7 Eylül 2012 Cuma


Aşkın Sıradanlığı Üzerine

Giriş

Almanya doğumlu Yahudi yazar, Savyon Liebrecht'in yazdığı gerçek bir aşk hikâyesinin konu alındığı “Aşkın Sıradanlığı” isimli oyun Martin Heidegger ile Hannah Arendt’in ilişkilerini felsefe, siyaset ve romantizm boyutlarıyla düşünmemize yardımcı olmaktadır.
Henüz on sekiz yaşında genç bir Alman Yahudi’si olan Hannah Arendt‘in Martin Heidegger ile olan ilişkisi 1924 yılında Magdeburg Üniversitesi felsefe bölümünde başlamıştır. Hannah için gençlik yıllarında dünya henüz belirsizlikler ve muammalarla dolu bir yerdir. Bu muammalardan biri de, kafasını hep karıştıran Yahudi kimliğiydi ancak ailesinin Yahudiliğe bakışı aşırı laikti. Arendt henüz 7 yaşındayken hem babasını hem de dedesini kaybetmişti. Bu nedenle çocukluğundan beri kendini kayıp, kimsesiz ve korumasız hissediyor; ancak her zaman cesur bir görünüm sergilemeye de özen gösteriyordu.
Arendt ile tanıştığında otuz beş yaşında olan Heidegger, önceleri teolojiyle ilgi duymuş uzun süre Cizvit manastırında kalmış ardından varlık felsefesiyle ilgilenmişti. Henüz profesör olmuş olan Heidegger, felsefe dünyasında bomba etkisi yaratacak “Varlık ve Zaman” adlı eseri üzerine çalışıyordu. Heidegger ile Arendt 1924 yılından başlayarak Arendt’in yaşamını yitirdiği 1975 yılına kadar görüşmüş hem romantik bir aşk, hem bir dostluk, hem öğrenci-öğretmen, hem de koruyan-korunan ilişkisi kurmuşlardı.
Bu iki büyük düşünürün izinde, iki perdelik “Aşkın Sıradanlığı” oyunu Hannah Arendt’in Eichmann Davasını ele aldığı “Kötülüğün Sıradanlığı” kitabına hem bir gönderme niteliği taşımaktadır. Hem de 1933’ten itibaren Nazi Almanya’sının yükselişine ve çöküşüne tanıklık ederek, felsefe ve insan ilişkilerine dair “aşk” “kötülük” “körü körüne” lik “özne-nesne ilişkisi” “asimetrik ilişki” üzerine düşünmemizi sağlamaktadır.

Birinci Perdeye Bakış

Oyun Kasım 1975’te başlar. Hannah Arendt yeni kalp krizi geçirmiştir. Yorgundur, dinlenmesi gerekmektedir. Doktorun yasaklamasına rağmen sigaradan vazgeçememiştir.  Bir taraftan İsrailli genç öğrenciyi beklemektedir bu önemlidir çünkü röportajı İsrail’de onun “Eichmann Kudüs'te” kitabına uygulanan boykotun kaldırılması için bir fırsat olarak görmektedir. İsraillilerin soykırım nedeniyle suçladıkları Eichmann, Arendt’e göre, sadece bir yarbaydı, ne yaptığını, sonuçlarının ne olacağını fark edememişti. Arendt, Kötülüğün kaynağını bireyde değil totaliter rejimde arıyordu. Bu görüşlerini İsraillilerle paylaşmak istiyordu.
Röportaj öncesi tek bildiği şey ise Martin Heidegger ile ilgili konuşmak istemediğidir. “Kalbimi sınayacak değilim” sözünün ardından Hannah 1924 yılını hatırlar, korudaki patikaya bisikletle gitmektedir. Oyunda Kasım 1975 yılından Kasım 1924 yılına “döner sahne” kullanılarak geçiş yapılır. Döner sahne kullanımı dramaturjik açıdan mekânı işlevsel kılsa da sahnenin yavaş dönmesi birbirine bağlı cümleler arasında kopukluk yaratması olumsuz bir özellik olarak yansımaktadır. Bu geçişler esnasında yaşlı Hannah, genç Hannah ile üç kez bağlantı kurar, birinde bir çay fincanı uzatır diğerinde bir mektup verir ve en son sahnede genç ve yaşlı Hannah birlikte sigara içerler. Sahnelemede “pencere” önemli bir motif olarak kullanılmıştır.  Bir taraftan dekor olarak kullanılmış diğer yandan Arendt’in dünyasından olayların nasıl algılandığını göstermiştir. Ancak Arendt’i oynayan oyuncunun performansı bekleneni verememekte sürekli repliklerini hatırlamaya çalıştığı görüntüsünü vermekte bu da iletisini Arendt üzerinden kuran oyunu zayıf düşürmektedir. Oyuna döndüğümüzde sahnede, genç Hannah’nın arkadaşı Rafael’e ait kulübeyi öğretmeni Heidegger ziyaret edecektir. Rafael, Heidegger ile Hannah arasındaki yakınlaşmanın farkındadır. Rafael’e göre Profesör ’un gözü Hannah’dan başkasını görmemektedir. Kulübeye de sırf onu görmek için gelmiştir. Sadece Heidegger değil, Rafael’de Hannah’ya ilgi duymaktadır, ona “aşkım” şeklinde hitap etmekte ondan karşılık beklemektedir ancak bu sırada Hannah ile Heidegger’in “aşk” ı alevlenmektedir. Heidegger’in sorularının merkezi Rafael ile Hannah’nın ilişkisinin boyutu üzerinedir.  Hannah’nın Rafael ile  “İyi arkadaşız” sözü Heidegger’i cesaretlendirir. Bu sahnede karşımıza çıkan “çekiç imgesi” Heidegger’in “Varlık ve Zaman” kitabında özne-nesne ilişkisini anlatmakta kullanılmaktadır. Buna göre bir nesne olan çekiç tek başına bir işe yaramamakta anlam kazanabilmesi için bir özneye mesela bir çiviye ihtiyaç duymaktadır. Oyunda iki kez kullanılan “çekiç imgesi”  Heidegger’in Nazi ideolojisinin öznesine Arendt’in ise Heidegger için “aşk”ın nesnesine dönüşmesini yankılamaktadır.
Oyunda yeniden Kasım 1975’e dönülür.  İsrailli öğrenci Michael Ben-Shaked, Hannah ile röportaj yapmak üzere gelir. Hannah onu tanır gibi olur, zihni karışmıştır, şüphelenmiştir. Ona Mossad ajanı olup olmadığını sorar. Michael ona otuz yaşında olduğunu, felsefe doktorası yaptığını söyler, kusursuz İngilizcesini de İngiltere’de lise eğitimine borçludur. Hannah evli olup olmadığını sorduğunda bir aylık bir erkek çocuğunun olduğunu isminin Rafi olduğunu söyler. Tahmin edileceği üzere Rafael isminin kısaltmasıdır bu ve daha sonra babasının ismini verdiği anlaşılacaktır. Michael, Barbara Tuchman’ın, Heidegger’in durumuyla Eichmann’ın durumunu karşılaştırmasını dile getirir. Hannah’nın Heidegger’e olan “körü körüne” bağlılığını sorgular. Bu sorgulamanın sadece Michael tarafından yapıldığını söyleyemeyiz, tartışma bugün de devam etmektedir. Buna göre, Heidegger bir Nazi’dir, kendi isteğiyle Nazilere katılmıştır, Yahudi kökeni vurgulanan Arendt ise Heidegger ile ilişkisini sürdürmüş, onu her daim korumuştur. Buradan bakıldığında Michael sanki bu görüşün temsilcisi gibi görünmektedir. The Washington Post yazarı Richard Cohen bu konuda benzer görüş öne sürer: “Arendt'in gözü Heidegger aşkı ile kör olmuştu, öyle ki onu aklamak için, onun kötülüğünü ve yanlışlarını örtebilmek için “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramını ortaya attı.”[1]
Tartışmanın ardından oyunda sahne bir kere daha döner. Hannah yine uzaklara dalmıştır. İki zaman dilimi arasında bağlantı burada ilk kez kurulur, Heidegger’in çay istediği sahnede yaşlı Hannah, Kasım 1975’ten Kasım 1924’e genç Hannah’ya aradığı fincanı pencereden uzatır. Bu sahneden itibaren Heidegger ile Hannah arasındaki ilişki öğrenci-öğretmen ilişkisinin bir adım ötesindedir. Bundan sonra mektuplaşmaya başlarlar. Tekrar Kasım 1975’e gelinir ve Michael ile Hannah tartışmaya girerler. Michael’ın Heidegger ‘i Eichman gibi Nazi olarak nitelendirmesine karşı çıkar, ona göre o dahi, parlak bir düşünürdür ve Nazilere hizmet etmemiş ama onlar tarafından sömürülmüştür.
Ropörtaj öncesinde 16 Kasım 1975 tarihli mektup gelir bu mektubu alan Hannah heyecanlanır zira Heidegger’den gelmiştir. Heidegger ondan “Varlık ve Zaman” eserinin Amerika’da yayınlanması için alıcı bulmasını istemektedir. Mektubun sonu yıllar geçse de aynı şekilde noktalanır “Senin M.” Yaşlı Hannah yine aynı şekilde sonlanan 14 Şubat 1925 tarihli mektubun geldiği zamanı hatırlar. Rafael, Hamursuz Bayramı için yola çıkacaktır. Hannah ise Martin ile buluşacaktır, üzerine çok şık bir kıyafet giymiştir ve tavşan pişirmektedir. Tavşan, Yahudi inancına göre koşer değildir yani yenilmesi yasaktır. Bu buluşmada Hannah ilk defa sigara tüttürecektir. Sigara kullanımı Arendt’in bu alışkanlığının ne zaman başladığı üzerine bize bir fikir verse de burada “duman” metaforunun beyazlık/siyahlık, kötülük/iyilik, varlık/hiçlik gibi kavramlar üzerinde durmaya imkân sağladığını görmekteyiz. Oyun metninin sahneye aktarılması sırasında “Varlık ve Zaman” ile “Kötülüğün Sıradanlığı” kitaplarından faydalanılmadığı bu nedenle sahnelemede çeşitli fırsatların kaçırıldığı görülmektedir.  “Eller” imgesi de burada ilk kez kullanılacaktır  “Varlık ve Zaman” kitabına göre eller hem bütünün parçası olan bir araçtır hem de bütünün temsilcisidir. O nedenle “eller” kişi hakkında önemli bir veri sayılmaktadır.
Yine 1975’e dönülür röportaj başlamak üzeredir. Arendt kendisinin “seçkin filozof” yerine “siyaset teorisyeni” şeklinde tanıtılmasını ister oysa başlarda felsefeyle siyasetin ayrı şeyler olduğunu düşünmüştür ancak gelinen noktada siyasetin etkisini kabul etmiş görülür. İsraillilere hitap eden Arendt, İsrail’in ebediyen tehdit altında olacağını kazanacakları her zaferin kendilerini yalnızlaştıracağını söyler. Ona göre İsrail’in en büyük amacı güvenliği sağlamak olacağından Yahudi kültürünü geliştirmek ikinci plana itilecektir. Arendt yorulduğunda duvardaki bir fotoğrafa gözü ilişir. Fotoğraftakiler: Hannah, Rafael ve Heidegger. 1924’te Korudaki Kulübeyi hatırlar. Hannah ile Heidegger ilk defa tartışmaktadırlar Hannah ilişkinin gizliliğini sorgulamaktadır. İki zaman dilimi arasında bir diğer bağlantı yaşanır yaşlı Hannah genç Hannah’ya mektup uzatır. Heidegger, Alman Üniversitelerinde reform planı üzerinde çalışmaktadır bu nedenle ofisine gelen Hannah ile ilgilenememiştir. Burada ilk defa Heidegger’in Yahudilere bakışı konusunda bir tartışma geçer. Rafael bir Yahudi’dir ve Heidegger onun hakkında konuşurken aslında Yiddish yani Alman Yahudilerini belirten ifadeyi “yid” şeklinde kullanır. Hannah bu ifadeyi bir aşağılama kelimesi olarak algılar. Burada Heidegger hakkında Naziler iktidara gelmeden önce de anti-semitizme eğilimliydi şeklindeki iddiaları hatırlatmada yarar vardır. Heidegger’in Nazilerle ilişkisi konusunda öğrencileri her zaman onun eşi Elfriede’yi suçlarken, Heidegger’in Nazizm’e bağlılığını reddetmişlerdir.
1975 yılına tekrar dönüldüğünde duvardaki fotoğraf hakkında konuşulmaktadır. Ve söz Rafael’e gelir burası düğüm noktasıdır. Hannah onun savaştan önce öldüğünü bilmektedir ancak Descartes üzerine başlayan tartışma sonucu Hannah, Michael’in bilgi eksikliğini anlar. Çünkü Kartezyen ile Descartesyen’i karıştırmıştır. Onun kim olduğu hakkında yeniden şüphelenmeye başlar. Michael çaresiz gerçek kimliğini açıklamak zorunda kalır. Rafael’in oğludur.
Birinci perdede sonunda Arendt, Heidegger ile ilişkilerini tanımlamak için “asimetrik” kelimesini kullanır. Buna göre asimetrik ilişki bir bağımlılık yaratmaktadır. Bağlanan kişi yani Hannah, bağlanılan kişi yani Heidegger’in hatalarını kolaylıkla sindiren, sineye çeken, yaşamının alt-üst olmasına aldırmayan hatta bazen farkında olmayan kişi durumuna düşmektedir. Bağımlılık genelde tek taraflı gibi görünse de Hannah’nın ruhsal doyum, tensel doyum sağladığı söylenilebilir.

İkinci Perdeye Bakış

İkinci Perde, Haziran 1929’da açılır. Hannah ile Heidegger korudaki kulübede sevişmektedirler. Hannah aynı ay doktorasını tamamlar ve Heidegger’e ithaf eder. Nazilerin yükseliş dönemi başlamıştır ve Heidegger bunu heyecanla karşılamaktadır. Onların Yahudi karşıtlığını seçim taktiği olarak görmektedir. Hannah’nın korkusunun yersiz olduğunu söyler ancak Hannah, Almanya’yı terk edecektir. Artık aralarında korkunç bir uçurum vardır. Hannah, Heidegger’in bir diğer öğrencisi Günther Stern ile evlenmeye karar verir. Bu durum Rafael’i sarsar yıllarca aşkına karşılık beklemiş ancak Hannah’dan karşılık görememiştir. Hannah’nın ona durumunu açıklamasına izin vermeden bavulunu toplar ve gider. Burada karşımıza “bavul imgesi” çıkmaktadır. Bavul, sürekli göçebelikle, sürgünle geçen hayatları hatırlatır. Hem sürekli göç etme durumunda kalan dünyanın dört bir yanına yayılan Yahudiler için hem de Yahudi asıllı bir alman olan Rafael için hayal kırıklıklarını, umutsuzluk ve çaresizliklerini hatırlatır. Oyundaki natüralist sahneleme anlayışı  “çekiç” imgesinde olduğu gibi “bavul” imgesini de gözümüzden kaçırır çünkü sahnede zaten çok fazla ayrıntı vardır bu seyircinin imgeler üstünde düşünmesini zorlaştırmaktadır.
Yeniden 1975 yılı Hannah, Michael’ın Rafael’in oğlu olduğunu öğrenmiştir. Rafael, üç ay önce ölmüştür. Michael, babasına en son 1929’da gördüğümüz bavulu getirir ve Hannah’ya gösterir. Hannah, Siyonist kongre için malzeme toplamaya çalışırken tutuklanmış, evi aranmış Rafael’den gelen mektuplara ulaşan Gestapo, Hannah aracılığıyla Rafael’e ulaşmış ona işkence yapmış ve Rafael çaresiz Almanya’dan kaçmak zorunda kalmıştır. Hannah, Rafael’e yazdığı ancak veremediği mektubu Michael’a okutur. Böylece kardeşi olarak gördüğü Rafael’e yanlış bir şey yapmadığını kanıtlamak istemektedir.
Michael ile Hannah tartışmaya başlarlar, Michael Alman Yahudilerinin Almanya tutkusunu eleştirir. İsrail’e göç eden alman Yahudileri, alman kültürünü korumaya devam etmektedirler. İsrail’de bu kişilerle alay edildiğini vurgulanmaktadır. İsrailliler alman kültürü ve Nazi kâbusu arasında ayrım yapmakta zorlanmakta soykırım sırasında Yahudilerin yaşadıkları acı olayların sorumluluğu Alman halkına ve kültürüne yüklenmektedir. Sonraki sahnede Hannah korkuyla 28 Şubat 1933 gününü hatırlamaktadır. Heidegger, sahnede meşhur “rektörlük konuşması” nı yapmaktadır.
Rafael’in doktorası gecikmiştir ve Hannah mektupta bunun sorumlusunu Heidegger’e sorar. Ancak cevap alamaz. Nazilerin etkisi daha da artmıştır. Aynı yıl Hitler iktidara gelir.
Savaş sonrası 1950 de Hannah ve Heidegger kulübede yeniden buluşurlar. Heidegger 61,Hannah ise 44 yaşındadır. Heidegger ders vermeyeli 5 yıl olmuştur, Nazilerle işbirliği yapmasını Yahudi profesörleri üniversiteden kovmasını Rektör olarak yasalara uymak zorundaydım, şeklinde cevaplar, tıpkı Eichmann’ın yasalara uymak zorundaydım dediği gibi. Heidegger bu konuşmada Nasyonal Sosyalizmin Naziler tarafından iç hakikati ve yüceliğinin yok edildiğini savunmaktadır. Vicdanının temiz olduğunu söyler. Çünkü o kullanılmıştır. Özür dilemeyi reddeder. Hitlerin öncelikle özür dilemesi gereken kişi olduğunu vurgular. Oyundaki zamanlar arası bağlantı son sahnede bir kez daha yaşanır, genç Hannah sigarayla belirir ve yaşlı Hannah’ya yaklaşır. Sigara paketini uzatıp, yakar. Yaşlı Hannah tutkuyla bir nefes çeker omuz omuza birlikte içerler. Oyun böylece sona erer.

KAYNAKÇA
LİEBRECHT, Savyon (2009), The Banality of Love, (Çev: Tarık Günersel)
ARENDT,  Hannah  (2010),  Kötülüğün Sıradanlığı,  Adolf Eichmann Kudüs’te, (Çev: Özge Çelik), Metis Yayınları: İstanbul.
ERDEM, Haluk  (2010), Hannah Arendt’in Eichmann Üzerine Düşünceleri, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 9 (2010 Bahar)
COHEN, Richard (2010), The Banality of Love, The Washington Post http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2010/05/10/AR2010051003693.html
 ASA, Rubi (2011), Sanatın Güncesi Aşkta ve savaşta: Felsefe, http://www.salom.com.tr/news/detail/21436-Askta-ve-savasta-Felsefe.aspx
ROCKMORE, Tom (2011) Heidegger’in Nazizmi, Kant ve Dasein Üzerine Tom Rockmore (Çeviri: Metin Bal)

Hazırlayan: Okan Bozlağan



[1] http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2010/05/10/AR2010051003693.html Richard Cohen, The banality of love, The Washington Post(çeviri: Serdar Başçetin’e aittir)
                                 

Gyula Hay’ın “At” Oyunu üzerine


Giriş Yerine
Devlet Tiyatrolarında bu yıl gösterime giren 46 yeni oyun arasında yer alan Macar asıllı yazar Gyula Hay’ın, “At” oyunu 1960’ta, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından şiddetlenmeye başlayan Soğuk Savaş yıllarında yazılmıştır. 1945 yılında savaşı kaybedeceğini anlayınca intihar eden Hitler’den kurtulan Avrupa, yeni bir totaliter rejimle karşı karşıyadır. Sovyetler Birliğinde Stalin’in Doğu Bloğu ülkelerinde uygulamış olduğu baskıcı ve totaliter yönetim ile Hitler’in uygulamaları temelde aynıdır. 1933'te Hitler'in başa geçmesi ile Almanya'yı terk etmek zorunda kalan Gyula Hay, 1956'da Sovyetlerin tanklarına karşı direnişçilerle birlikte olmuş,  tutuklanarak hapse atılmış ve 6 yılın ardından hapisten çıktığında İsviçre’de yaşamaya başlamıştır.
İki perdeden oluşan oyun,  ilk bakışta Roma dönemi iktidar ilişkilerini gösteren bir oyunmuş gibi görünse de, Hay’ın oyunu yazarken asıl amacının Soğuk Savaş yıllarındaki Stalin başta olmak üzere totaliter iktidarları eleştirmek olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, oyunda iki farklı toplumsal tabakanın eylemleri şekillendirdiği bir yapı mevcuttur. Bir yandan imparator, konsül, senatörler, başkomutan olmak üzere yönetici sınıf diğer yanda farklı ekonomik statülere sahip halk kesimi oyunun kurgusunu şekillendirmektedir. Kendini tanrısallaştıran, Caligula’nın önderliğindeki yönetici sınıf, kumar yoluyla devleti yönetecek kararları rastgeleliğe bağlarken, halkın bunu körü körüne kabullenmesi, yalnızca paranın önem kazandığı bir düzende tutunmaya çalışmaları belirleyici etkenlerdir.
Gyula Hay’ın “At” oyunu Hakan Boyav’ın rejisiyle totaliter rejimlerde güç ve iktidar ilişkilerini ele alırken, halkın tutumu özellikle son dönemde yaşanan “Arap Baharı” tartışmaları etrafında düşünmemize yardımcı olmaktadır.

Devlet Tiyatrolarındaki Sahneleme Üzerine
Devlet Tiyatrolarındaki gösterimde bizi İmparatorun sadık hizmetkârı ve Roma muhafız kuvvetleri komutanı Macro karşılamaktadır, Caligula metinde olmayan ama Macro tarafından kullanılan “dünyanın gelmiş geçmiş en baskıcı, en çılgın tiranı, lakabı küçük çizme” sözleriyle tanıtılmış ve olayların MS.38 yılında geçtiği vurgulanmıştır. Oyun başlamadan önce sahne Resim.1’deki gibidir. Dekorun üst kısmı merdivenlerle çıkılan ve biri İmparator Caligula’ya diğeri ise Macro’nun eşi ve Caligula’nın gözdesi Lollia’ya ait iki tahtın bulunduğu imparatorluk sarayını temsil etmektedir. Dekor bu haliyle iki farklı mekânı vurgulamaktadır. Oyun sahnenin ön tarafında kurulan masa, tabure, içki şişelerinin bulunduğu meyhane sahnesiyle başlar. Oyuncular Romalı kostümleriyle karşımıza çıkarlar, İmparator Caligula ise birkaç farklı kostümle oyun boyunca gözükmektedir.
Zar oyununda her şeyini kaybeden Selanus son bir kez şansını denemeye karar verir ve çok sevdiği atı İncitatus’un üzerine bahis açar.  Herkesin dalga geçtiği ve sucuk yapılmasını tavsiye ettiği at Incitatus, kişneme sesiyle birlikte “arzu nesnesi” haline dönüşür. Oyun boyunca sadece kişneme ve toynak sesi duyulan Incitatus’un yalnızca bir simge olduğu görülmektedir. Dikkatli bir bakış arzulanan nesnenin aslında Incitatus değil otoriter güç olduğunu ortaya koymaktadır. Kendini tanrısallaştıran ve ülkedeki her canlı üzerinde takdir hakkı bulunan İmparator Caligula, halkın ve bürokrasinin de onu istediğini gördükten sonra zar oyunuyla sahip olamadığı Incitatus’u konsül atayarak kendinin en tepesinde yer aldığı bürokratik hiyerarşiye dâhil etmiştir. Böylece doğrudan olmasa da dolaylı olarak atın sahibi olmuştur.
Daha önceki tüm oyunları kazanan sakallı adam, oynamaktan vazgeçen Selanus'u yeniden  oyuna katmak için meyhanedeki herkesi değerli eşyalarını ortaya koymaya zorlar. Selanus ise tek şart olarak Sakallıdan sakalını çıkarmasını, Bıyıklıdan da bıyığını çıkarmasını ister.  Oyunu Selanus kazanır. Sakalını çıkaranın İmparator Caligula, bıyığını çıkaranın da Muhafız Kuvvetleri Komutanı Macro olduğu anlaşılır.  Selanus, İmparatoru zar oyununda yenmiştir, tedirgindir babasının yakın dostu olan Egnatius'a sığınır. Egnatius, Selanus’u korurken, İmparator’un dışladığı mantıksal ve bilimsel hareket ederek, sistemde var olmaya çalışmaktadır. Selanus ile ilk karşılaşma sahnesinde masanın üzerinde bulunan deniz kabuğunu eline alır ve “Çok yaşa, İmparator Caligula” sözlerinin ardından dinlenildiklerini belirten bir işaret yaptıktan sonra deniz kabuğunu kırar. Bu sahnenin günümüzün “telekulak” tartışmalarına gönderme olarak düşünüldüğü ve sahnelemeye eklendiği anlaşılmaktadır. Bu sahnenin de gösterdiği gibi oyun temelde eleştirel ve muhalif bir yapıda kurgulandığı görülmektedir.
Oyundaki zar sahneleri, aksiyonun akışında belirleyicidir; İmparatorun oyun düzenleyerek kararları rasgeleliğe bırakması kendisini Tanrılarla özdeşleştirmesinin bir tezahürü olarak gözükmektedir. Caligula’nın Tanrılar nasıl güçlerini kullanarak insanları cezalandırıyorsa, o da gücünü halkı üzerinde kullanarak kendini Tanrıların yerine koymuş onlar gibi rastlantısal davranmış böylece mantıksal ve bilimsel hareket etmeyi dışlamıştır. Bu bağlamda, Caligula’nın tanrısallık iddiasının ölüm korkusundan kaynaklandığı düşünülebilir. Ölüm, yaşamın temel dinamiği olmakla beraber insanoğlunun da değişmeyen tek alınyazısıdır. Caligula’nın temelde kabul edemediği bir şeyde budur. Sahneleme temelde Caligula karakteri üzerine kurulmuş, grotesk üslup tekinsizlik, abartma ve karikatürleştirme, oyunsuluk duygusu yaratarak Caligula’yı canlandıran oyuncu Tolga Evren’e geniş hareket alanı sağlamış imparatorun zaaflarını ve çelişkileri başarıyla vurgulanmıştır. Buna göre Tanrısal-İmparator Caligula iki şeyden korkar gibi gözükmektedir: Birincisi, Caligula’nın sağ kolu Macro’nun karısı ve saray kadınları içindeki gözdesi olan Loila, ikincisi ise kumarda kaybetmektir. Loila metinde iktidar hırsları yüzünden sürekli planlar yapan, taktikçi ve çıkarları uğruna her yolu deneyebilecek bir tip olarak çizilmiştir. Sahnelemede elinde bülbül sesi çıkartan bir aletle İmparatoru etkilemeye onu yönlendirmeye Caligula’yı, Egnatius’u öldürüp bülbül bahçesini kendine vermesi için baştan çıkarmaya çalışmaktadır. Loila bu haliyle bilimsel ve mantıksal hareket eden Egnatius’un tam karşısına konumlandırılır, kişisel hırslarının peşinden gitmektedir. Kumar sahnelerinde İmparatorun yenilmesi ise Roma’ya yeni gelen Selanus’un parlamasına yok açar. Bu yeni bir çatışma unsuru ortaya çıkarır: İmparator Caligula ve Selanus çatışması. Bu çatışmaya geçmeden önce Caligula’nın hangi tür örgütlenmeyle iktidarını kurduğunu bilmekte fayda vardır.
İlk sahneden itibaren Caligula işaret verince düğmeye basan Macro gibi yardımcılarının bulunduğu bir sivil-askeri bürokratik sistemin varlığı belirmektedir. Resim.2 de görüleceği gibi konsüllerin, askerlerin ve senatörlerin oluşturduğu bürokrasi, halk nezdinde imparatorun meşruiyetini, maddi ayrıcalıklarını korumakta kendi içinde ise daha yüksek bir mevki kapmak için yarışmaktadırlar, sistem böyle olunca halk umutsuzca yerinde dururken her defasında piramidin tepesine bir imparator binmektedir. Bu umutsuzluk ortamı içerisinde taşradan gelen Selanus’un İmparatoru yenilgiye uğratıp, bankacının kızı Amenea ile evlenmek istemesi ardından İncitatus’un konsül olmasıyla birlikte ahırcıbaşı yapılması önemli görünmektedir. Selanus, Roma’daki değer yargılarıyla ve Caligula’nın başını çektiği iktidarla bir çatışma yaşar. Ancak bu çatışma sitemi değiştirmek üzerine değil, sistemde var olmak yani bir Romalı olmak üzerinedir. Bu açıdan bakıldığında, Caligula-Selanus çatışması oyunda önemli bir unsur olarak görünmektedir. Ameana’nın koynuna girebilmek için İncitatus kılığına giren imparatorun dövülme sahnesinde Selanus aksiyonun başlatıcısıdır. Selanus oyunun sonunda Caligula tarafından cezaya çarptırılmak üzereyken, Caligula son bir zar oyunuyla Selanus’tan rövanşını almak ister. Eğer kumarı Selanus kazanırsa Ameana onun olacak ve istediği bir başka dileği de kabul edilecektir. Selanus Caligula’yı kumarda yener ve Ameana ile evlilik hakkını elde ettikten sonra taşrada at yetiştiricisi olmayı ister. Oyun başında Roma’da kalmak isteyen ve bunu başaran Selanus’un Ameana’yı elde ettikten sonra ücra bir köşeye gitmek ve Ameana ile bir dünya kurmak istediğini görülmektedir. Selanus’un Caligula önderliğindeki iktidarla çatışmasının çok sevdiği atı Incitatus’u kaybetmesine rağmen Ameana’yı elde ettikten sonra, ortadan kalktığı görülmektedir.
Egnatius, oyunda Caligula’nın güvenini kazanmasıyla dikkat çekmektedir. Caligula’nın savaşlar ve isyanlar nedeniyle boşalan hazinesini kurtarma yolunda çözümler arar.  Lollia da bu konuda İmparatora akıl vermeye çalışmaktadır. Lollia, Caligula'ya söz geçiren tek kişidir, onu etkiler. Lollia ile Egnatius arasında bir çatışma görülmektedir. Egnatius, Selanus'la beraber Caligula'yı görmeye gider. Caligula, Egnatius'tan hazineyi kurtarması için yardım ister. Bu sırada senatörler Egnatius aleyhinde Caligula'ya konuşurlar. Birbirlerini de karalarlar bu arada. Caligula bunlardan etkilenerek Egnatius'u konsüllük görevinden alır. Egnatius, Caligula'dan son bir şey ister. Bu da yeni bir at yarışı düzenlemesi ve bu yarışta maviye oy vermesidir. Böylece şimdiye kadar Caligula yeşile oynadığı için yeşile oynayan halkın tüm parası da alınabilecektir. Caligula kabul eder. Yarışı Incitatus kazanır ve herkesin yeni idolü olur. Ameana maviye oynadığı için kazanmıştır. Herkes yoksullaşır birden. Selanus'un konsül olması beklenirken, konsüllüğe halkın yeni gözdesi İncitatus getirilir. Artık tüm gençler at gibi davranmaya başlar. Selanus ahırcıbaşı, Egnatius da yem başuzmanı olur.
Selanus’un Roma’ya gelmesi ile başlayan hikâye, İncitatus’un konsül olması ile gelişir. Bir atın konsül yapılması gerçekte Senatörlere verilmiş bir gözdağıdır. İmparatorun mutlak otoritesini göstermektedir. İncitatus’un Senatörler tarafından öldürülmesinin ardından ise Caligula’nın düzeni eski haline getirmesi için Egnatius’u yeniden konsül yapar. Onun mevkisine göz diken Senatörlerin hevesleri boşa çıkmıştır. Lollia ise Caligula’nın kararlarını destekliyormuş gibi görünmektedir. Üç saate yaklaşan süresiyle Oyun, Selanus ve Ameana’nın Roma’yı terk edecek olmaları ile son bulur. Oyun süresi fazlaca uzun olduğu ve diyalogların şişirildiği anlaşılmaktadır. Bu oyunun totaliter rejimleri eleştiren temel iletisini zayıflatabileceği endişesini gündeme getirmektedir. Ancak İncitatus kılığındaki Caligula’nın halk tarafından dövülmesinin ardından, seyirciyle diyaloga girerek, kendisinin yerinde kim olsa aynı şeyleri yapacağı kendisinin tek suçlu olmadığını söylemesi oyunun totaliter rejimleri eleştiren temel iletisini yeniden canlandırır. Caligula’ya göre kendisi bu düzen içerisinde özne gibi görünmekle birlikte aslında bir nesnedir ve temelde bu düzen halkın isteğiyle devam etmektedir yani öznesi halktır. Buna göre düzeni değiştirecek olan da halktır. Oyunun güncel tarafına bakıldığında son dönemde “Arap Baharı” olarak adlandırılan gelişmeler göstermiştir ki, halk gerçekten ister kendi içindeki çatışmaları ve düzenin ideolojik aygıtlarının yarattığı yapay gündemlerden kurtulursa, değişim için harekete geçmekte ve gerektiğinde en acımasız totaliter rejimler bile değiştirilebilmektedir.




KAYNAKÇA

Julius (Gyula) Hay, At,  Kabalcı Yayınevi Çeviren: Özdemir Nutku Yayın Yılı: 1991
BÜO Yıllık, At Dramaturji Notları, Duygu Dalyanoğlu & Merve Han
Dilek TÜRK, AÇIKÇA 2003, Oyun İncelemeleri, At
http://www.herkesetiyatro.com/at_oyun_incelemeleri.html

Hazırlayan: Okan Bozlağan         10.01.2012