Kriz
ve Değişim
19.yy’da
artık Çin’in dünyadaki gelişmelere “yarı izole” durumuyla cevap vermesi
beklenemezdi. 1750 yılından itibaren Sanayi Devrimi, özellikle Batı Avrupa’da
etkisini göstermeye başlamıştı. Üstelik Avrupalıların 16.yy’dan sonra giderek
artan sömürgecilik faaliyetleri teknolojik gelişmelerin desteğiyle hızlanmıştı.
Çin ise 300 milyonu aşkın kalabalık nüfusuyla Avrupalılar için hem büyük bir
pazar hem de geniş, kaynakları bol bir coğrafya demekti. Avrupalıların ilgisini
çeken Çin, onları “barbar” olarak kabul ediyor, onlarla sınırlı ve kontrollü
bir ilişki kurmayı yeğliyordu. Ancak Çin’in bu tek merkezli bakış açısı 19.yy’da
ülkenin içerde yaşadığı krizler ve dışardan gelen değişim baskılarıyla
sarsılarak, gücünü yitirmesine ve “yarı-sömürge” durumuna düşmesine engel
olamamıştı.
Peki,
Çin’i “barbar” olarak tanımladığı Avrupalı devletler karşısında zayıf düşüren
neydi?
Öncelikle
nüfus, Çin’in nüfusu çok hızlı artıyordu. 1500 ile 1650 yılları arası dönemde
sadece 20 milyon artan nüfus 123 milyondu, ancak 1650 yılından 1750 yılına
kadar olan süreçte 137 milyon artarak, 260 milyona çıktı.[1] Bu
önemli bir “kriz” nedeniydi. Toprak ihtiyacı karşılamıyor, daha az verimli
alanların tarıma açılması da sorunu çözmüyordu, çoğunluğu köylerde yaşayan ve
tarımla geçinen halk, sürekli açlık tehlikesi altındaydı çünkü nüfusun
artmasına rağmen tarımsal üretim teknikleri, yüzyıllar boyunca değişmemişti. Bu
dönemde Çin nüfusuyla koca bir deve benzese de bürokrasisi tam bir cüceydi,
sorunlara çözüm bulamıyor, bayındırlık işlerini aksatıyor, su baskınları ve
diğer felaketler karşısında çaresiz kalıyordu. Üstelik yolsuzluk sistemde
aşağıdan yukarıya rutin bir uygulama olarak belirmişti, İmparator Çianlong’un
yakın adamı Hışen bunun bir örneğiydi, tutuklanıp intihar etmesi
emredildiğinde, göz kamaştıran bir servete sahipti. Tüm bunlar düşünüldüğünde
halkın artık yönetimden hoşnut olması beklenemezdi, ülkeyi yüzlerce yıldır
yöneten Mançu hanedanına karşı tepki artarken, durgun gözüken bir dönemin ardından
Beyaz Lotus İsyanı ile başlayan ayaklanmalar dizisi patlak verdi.
Bu
ayaklanmalar merkezi hükümet ile çevre unsurlar arasında sıkıntıları
gösterirken, ayaklanmalara köylüler başta olmak üzere toplumun birçok
kesiminden katılım gerçekleşiyordu. İmparator ayaklanmaları bastırmak için
yerel beylere güveniyor ve uzun, kanlı süreçlerden sonra başarı sağlanırken,
ülkenin kaynakları da cömertçe harcanıyordu. Bu yüzyıldaki ayaklanmalar
arasında belki de en dikkat çekeni Taiping ayaklanmasıydı. Hong Şiuçuan
önderliğinde başlayan ayaklanma, hızlıca yayıldı zaten koşullar o kadar
müsaitti ki, güçlü bir liderlik ve iddia, kıvılcımı koca bir yangına
dönüştürmeye yetiyordu. Hong Şiuçuan memuriyet sınavlarında başarısız olmuş,
defalarca girip başarılı olamadığı sınavlar için yalnız kendisini değil, düzeni
de sorumlu tutmuştu. Hıristiyanlık hakkında öğrendiklerini Çin kültürü ve
vatanseverliğiyle birleştirdi. Kendisini İsa’nın küçük kardeşi ilan etti ve
yoksul düşmüş, çaresiz halkı yeni bir düzen umuduyla etkilemeyi başardı. Onun
fikirleri bugün bile ilgi çekicidir; özel mülkiyeti kaldırıyor, kadınların
konumunu tartışmaya açıyor, tütünü, alkolü, afyonu yasaklıyordu. 1850’de çıkan
ayaklanma geniş destek bulmuştu ve 14 yıl boyunca sürdü, ülkenin güney ve
doğusunu ele geçiren isyancıların, atlı birlik eksikliği ülkenin kuzeyinde etki
kurmalarını engelledi ama kuzeyde de Nien köylüleri ayaklanmıştı. Ülkenin
neredeyse her tarafı isyan dalgasıyla sarsılıyordu. Buna daha sonra Müslümanlar
da katılacaktı. Üstelik bu kriz dönemini dışardan gelen etkiler de
ağırlaştırıyordu. İngiltere’ye ödenmesi gereken haraç, ülkeye çoğunlukla kaçak
sokulan afyonun tüketiminin artması, dışarıya gümüş çıkışı, geleneksel ihraç
pazarlarının Avrupa ve ABD menşeili ürünlere kaptırılması içerde zaten bozuk
olan ekonomik durumu alt-üst etti, vergileri ağırlaştırdı ve işsizliği
artırdı. İmparator, 20 milyon kişinin
öldüğü Taiping ayaklanmasını dış güçlerden yardım alarak bastırabilmişti. İngiltere
ve Fransa’dan yardım alan Çin, artık
dışarıyla kurduğu ve uzun süredir koruduğu tek merkezli, ilişkiyi sürdüremezdi.
Afyon Savaşları öncesi kendisini merkeze alarak dünyaya bakan Çin’in aldığı
ağır yenilgiler “barbar” dediği uluslar karşısında diz çökmesine neden olurken
her seferinde daha fazla taviz vermeye zorlandı. Bunun sonucunda Han
milliyetçiliği yükseldi çünkü ülkenin diz çöktürülmesi zor kullanılarak, kanlı
bir süreçle sağlanmıştı. Üstelik durum kötüye giderken ülkenin başında
“yabancı” bir hanedan bulunması tüm suçlamaları Mançular üzerinde yoğunlaştırıyordu.
Batılılar ise bir yandan Mançu hanedanını ticaret bariyerini kaldırması için
savaşla tehdit ederken, diğer yandan daha fazla taviz koparmak için Hıristiyan
öğretilerden esinlenen Taiping ayaklanmasının bastırılmasına destek
verdiler. Mançular, hâkimiyetlerine
meydan okuyan içerdeki isyancılar ile ülkenin geniş pazarı ve zengin hammadde
kaynaklarına göz diken Batılılar arasında denge kurmaya çalışıyordu.20.yy’ın
başlarında milliyetçi dalgayla hâkimiyetleri son bulduğunda 19.yy boyunca
hırpalanmış “yarı-sömürge” durumuna düşmüş bir Çin bıraktılar. 19.yy’ı art arda
krizler ve değişim yönünde zorlamalarla geçiren Çin, Batı-dışı toplumlarda
yaşanan gecikmiş modernleşmenin sancılarını yaşadı. Bu süreçte toprak
kayıplarına uğramasına rağmen bölünmeden kalmayı başarması dikkat çekicidir.
Sonuçta,
19.yy dünyası Batı hâkimiyeti ile sonuçlanan ve onun tek merkezli bakışını
Batı-dışı toplumlara dayattığı bir dünyaydı. Batı-dışı toplumlar birbirlerine
benzer süreçlerden geçtiler, Çin’inde Batı’da yaşanan gelişmelerden etkilenmemesi
imkânsızdı. Çin bu uzun ve zahmetli değişim sürecinden geçerek bugün dünyanın
en güçlü devletlerinden biri halinde geldi.
Historical
population
§
1500: 103,000,000
§
1650: 123,000,000
§
1750: 260,000,000
§
1850: 412,000,000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder