1 Temmuz 2012 Pazar

Kriz ve Değişim

19.yy’da artık Çin’in dünyadaki gelişmelere “yarı izole” durumuyla cevap vermesi beklenemezdi. 1750 yılından itibaren Sanayi Devrimi, özellikle Batı Avrupa’da etkisini göstermeye başlamıştı. Üstelik Avrupalıların 16.yy’dan sonra giderek artan sömürgecilik faaliyetleri teknolojik gelişmelerin desteğiyle hızlanmıştı. Çin ise 300 milyonu aşkın kalabalık nüfusuyla Avrupalılar için hem büyük bir pazar hem de geniş, kaynakları bol bir coğrafya demekti. Avrupalıların ilgisini çeken Çin, onları “barbar” olarak kabul ediyor, onlarla sınırlı ve kontrollü bir ilişki kurmayı yeğliyordu. Ancak Çin’in bu tek merkezli bakış açısı 19.yy’da ülkenin içerde yaşadığı krizler ve dışardan gelen değişim baskılarıyla sarsılarak, gücünü yitirmesine ve  “yarı-sömürge” durumuna düşmesine engel olamamıştı.
Peki, Çin’i “barbar” olarak tanımladığı Avrupalı devletler karşısında zayıf düşüren neydi? 
Öncelikle nüfus, Çin’in nüfusu çok hızlı artıyordu. 1500 ile 1650 yılları arası dönemde sadece 20 milyon artan nüfus 123 milyondu, ancak 1650 yılından 1750 yılına kadar olan süreçte 137 milyon artarak, 260 milyona çıktı.[1] Bu önemli bir “kriz” nedeniydi. Toprak ihtiyacı karşılamıyor, daha az verimli alanların tarıma açılması da sorunu çözmüyordu, çoğunluğu köylerde yaşayan ve tarımla geçinen halk, sürekli açlık tehlikesi altındaydı çünkü nüfusun artmasına rağmen tarımsal üretim teknikleri, yüzyıllar boyunca değişmemişti. Bu dönemde Çin nüfusuyla koca bir deve benzese de bürokrasisi tam bir cüceydi, sorunlara çözüm bulamıyor, bayındırlık işlerini aksatıyor, su baskınları ve diğer felaketler karşısında çaresiz kalıyordu. Üstelik yolsuzluk sistemde aşağıdan yukarıya rutin bir uygulama olarak belirmişti, İmparator Çianlong’un yakın adamı Hışen bunun bir örneğiydi, tutuklanıp intihar etmesi emredildiğinde, göz kamaştıran bir servete sahipti. Tüm bunlar düşünüldüğünde halkın artık yönetimden hoşnut olması beklenemezdi, ülkeyi yüzlerce yıldır yöneten Mançu hanedanına karşı tepki artarken, durgun gözüken bir dönemin ardından Beyaz Lotus İsyanı ile başlayan ayaklanmalar dizisi patlak verdi.
Bu ayaklanmalar merkezi hükümet ile çevre unsurlar arasında sıkıntıları gösterirken, ayaklanmalara köylüler başta olmak üzere toplumun birçok kesiminden katılım gerçekleşiyordu. İmparator ayaklanmaları bastırmak için yerel beylere güveniyor ve uzun, kanlı süreçlerden sonra başarı sağlanırken, ülkenin kaynakları da cömertçe harcanıyordu. Bu yüzyıldaki ayaklanmalar arasında belki de en dikkat çekeni Taiping ayaklanmasıydı. Hong Şiuçuan önderliğinde başlayan ayaklanma, hızlıca yayıldı zaten koşullar o kadar müsaitti ki, güçlü bir liderlik ve iddia, kıvılcımı koca bir yangına dönüştürmeye yetiyordu. Hong Şiuçuan memuriyet sınavlarında başarısız olmuş, defalarca girip başarılı olamadığı sınavlar için yalnız kendisini değil, düzeni de sorumlu tutmuştu. Hıristiyanlık hakkında öğrendiklerini Çin kültürü ve vatanseverliğiyle birleştirdi. Kendisini İsa’nın küçük kardeşi ilan etti ve yoksul düşmüş, çaresiz halkı yeni bir düzen umuduyla etkilemeyi başardı. Onun fikirleri bugün bile ilgi çekicidir; özel mülkiyeti kaldırıyor, kadınların konumunu tartışmaya açıyor, tütünü, alkolü, afyonu yasaklıyordu. 1850’de çıkan ayaklanma geniş destek bulmuştu ve 14 yıl boyunca sürdü, ülkenin güney ve doğusunu ele geçiren isyancıların, atlı birlik eksikliği ülkenin kuzeyinde etki kurmalarını engelledi ama kuzeyde de Nien köylüleri ayaklanmıştı. Ülkenin neredeyse her tarafı isyan dalgasıyla sarsılıyordu. Buna daha sonra Müslümanlar da katılacaktı. Üstelik bu kriz dönemini dışardan gelen etkiler de ağırlaştırıyordu. İngiltere’ye ödenmesi gereken haraç, ülkeye çoğunlukla kaçak sokulan afyonun tüketiminin artması, dışarıya gümüş çıkışı, geleneksel ihraç pazarlarının Avrupa ve ABD menşeili ürünlere kaptırılması içerde zaten bozuk olan ekonomik durumu alt-üst etti, vergileri ağırlaştırdı ve işsizliği artırdı.  İmparator, 20 milyon kişinin öldüğü Taiping ayaklanmasını dış güçlerden yardım alarak bastırabilmişti. İngiltere ve Fransa’dan yardım alan Çin,  artık dışarıyla kurduğu ve uzun süredir koruduğu tek merkezli, ilişkiyi sürdüremezdi. Afyon Savaşları öncesi kendisini merkeze alarak dünyaya bakan Çin’in aldığı ağır yenilgiler “barbar” dediği uluslar karşısında diz çökmesine neden olurken her seferinde daha fazla taviz vermeye zorlandı. Bunun sonucunda Han milliyetçiliği yükseldi çünkü ülkenin diz çöktürülmesi zor kullanılarak, kanlı bir süreçle sağlanmıştı. Üstelik durum kötüye giderken ülkenin başında “yabancı” bir hanedan bulunması tüm suçlamaları Mançular üzerinde yoğunlaştırıyordu. Batılılar ise bir yandan Mançu hanedanını ticaret bariyerini kaldırması için savaşla tehdit ederken, diğer yandan daha fazla taviz koparmak için Hıristiyan öğretilerden esinlenen Taiping ayaklanmasının bastırılmasına destek verdiler.  Mançular, hâkimiyetlerine meydan okuyan içerdeki isyancılar ile ülkenin geniş pazarı ve zengin hammadde kaynaklarına göz diken Batılılar arasında denge kurmaya çalışıyordu.20.yy’ın başlarında milliyetçi dalgayla hâkimiyetleri son bulduğunda 19.yy boyunca hırpalanmış “yarı-sömürge” durumuna düşmüş bir Çin bıraktılar. 19.yy’ı art arda krizler ve değişim yönünde zorlamalarla geçiren Çin, Batı-dışı toplumlarda yaşanan gecikmiş modernleşmenin sancılarını yaşadı. Bu süreçte toprak kayıplarına uğramasına rağmen bölünmeden kalmayı başarması dikkat çekicidir.
Sonuçta, 19.yy dünyası Batı hâkimiyeti ile sonuçlanan ve onun tek merkezli bakışını Batı-dışı toplumlara dayattığı bir dünyaydı. Batı-dışı toplumlar birbirlerine benzer süreçlerden geçtiler, Çin’inde Batı’da yaşanan gelişmelerden etkilenmemesi imkânsızdı. Çin bu uzun ve zahmetli değişim sürecinden geçerek bugün dünyanın en güçlü devletlerinden biri halinde geldi.


         Historical population
§  1500: 103,000,000
§  1650: 123,000,000
§  1750: 260,000,000
§  1850: 412,000,000


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder